27 Temmuz 2012 Cuma

Bir Küçük Japon Balığı'na



     Bazen bir çikolata yersin, biraz ajans haberlerine bakarsın.. Geçer. Bir kitap okursun, hiçbir satırını anlamadan. Durmadan başa dönersin. Her döndüğünde yeniden başa döneceğini bilirsin. Ama yine okursun, yine dönersin. Hayat da böyledir. Aynı şeyi yaşayacağını bilirsin. Yaşamak istersin. Yaşarsın. Yine yaşarsın. Anlamazsın, yine yaşamak istersin. Böyle bir döngünün içinde, kim olduğunu düşündüğünde, işte tam da o anda bitmişsindir.

     İnsan hayal kırıklığı yaşadığında düşünür genelde kim olduğunu. Belki de kim olamadığını. Herkes birisi olmak ister. Bazı insanlar acılardan beslenir. Acımak ister; acır, doyar, devam eder. Başka acılar için yenilenir, geri döner.

     Hiç acımasını istemediğiniz insanlar vardır. Elinizde olsa cam bir fanusun içine kapatıp, yıllarca bir japon balığını izler gibi izlemek istediğiniz. Karnı acıktığında güzel yemeklerle beslemek istediğiniz. Canı sıkıldığında, özgür bırakmayı dilediğiniz. Ama japon balıkları güzel yemekler yiyemez. Üstelik, ne yediğini bilemez. Hep daha fazlasını ister. Biraz fazla verseniz, tok olduğunu unutur, şişer. 'Git' deseniz gidemez, nefesi yetmez. Fanusundan çıktığında çırpınır ve geri döner.

     Japon balığım.. Sen diğerleri gibi değildin hiç. İçimdeki belli belirsiz yerin, bir fanus özleminden fazlasıydı her zaman. Gidemedin, kalamadın, duramadın, durduramadın.. Bir türlü bu dünyaya ait olamadın. Başka bir hayatta, başka bir zamanda, başka bir adla, yeniden karşıma çıksan; belki de seni görmeden geçip gidebilirim. Yine de insan, -dili geçmiş zamanlardan korkmalı. Çünkü birini tanıdıysan, onu hep tanıyacaksın demektir..

28 Haziran 2012 Perşembe

Eski Sevgili Hayaleti

Şşşşş sakin lan, sakin!

Eski sevgili hayaleti! Çık olum içimden! Manyak mısın gecenin bu saatinde? Senin ben anına da, bokuna da, püsürüne de yani!

Ayaklarımı uzatmış, dvd dolabıma gözlerimi dikmiştim ne güzel. İzlemediğim bir film mi izlesem, izleyip bokunu çıkardıklarımdan mı baksam diye düşünüyordum. Arada twittera bakıyorum falan. Nasıl tatlıyım belli değil.. Saçlarımı kafamın tepesinde topuz yapmışım. Üzerimde Hello Kity'li geceliğim. Bir çocuk saflığıyla, ihih ihih diye ayak parmaklarımı kıpırdatırken işte tam da o anda oldu ne olduysa! Eski sevgilimin twitter hesabına rastladım. Tamam yalan söyledim. Rastlamadım. Özellikle search ettim. Etmez olaydım. Önüne gelene, uçana kaçana yazmış adam. "Yeah bebeğim, bu gece ne yapıyoruz yavrum, aricam seni kuşum..." Noluyoruz olum? Bu ne a.k?

"Bu ayrılık bana koymadı" tripleri, bir artistikler, bir çapkınlık kisveleri. Yersen.. İki yıl hiç kıskanma adamı, sonra kalk gecenin bir vakti, sanal yollu kıskançlık krizlerine gir. Akademik kariyer yapan, belli bir vizyonu olan, hayata karşı duruşu olan bir insanım lan ben! Deli miyim, niye kıskandım?

Sen hiçbir arkadaşını arama benimle birlikteyken, sıçmaya bile afedersin benimle git.. Sonra ayrıldığın gibi kulüplere koş.. Lan benim günahım neydi arkadaş? Ben senin koca götünle bütün gün tv karşısında otura otura    kök saldım. Senden ayrıldığım gibi eve girmez olmuşsun. Evden çıkmıyorsun diye terk ettim lan ben seni.. Vay arkadaş..

Ne demiş ünlü düşünür: İyilik yap, denize at, keyfine bak.. Tenks gad, sosyal mecraya bir öküz daha kazandırdım..

23 Haziran 2012 Cumartesi

K.H.Y.K.

   

     Kendi hayatını yaşamayanlar kulübünün en sıkı üyesi bildiriyor;

     Bir yerlerden bir bakış bulup, gözlerinin içine yerleştirirsin.. Bir zaman sonra, seninmiş gibi hissedersin. Senden daha gerçek birini gördüğünde, titrer bakışların, kendine gelirsin. Ama kendin kimdir bilmezsin..

     Bir çift söz duyarsın. Sana ait sanırsın. Her yerde, sırası geldiğinde, yüzünde o aitlik ifadesiyle savurursun sözünü. Duyanlar senin diye bilirler. Sen de öyle bilirsin. Rastgele bir kitapta rastladığında, 'sözümü çalmış' dersin, sinirlenirsin. Ansızın yine kendine gelirsin. Ama öyle uzun bir süre değil. İki saniyeliğine kendine gelirsin. Sonra bildiğin gibi devam edersin.

     Biriyle tanışırsın. Sever seni. Sen onu sevemeyeceğini bilirsin. Ama severmiş gibi yaparsın. Senin müziklerini dinler. Senin şiirlerini okur. Kahvesini seninki gibi içer. Senin sevdiğin renklerle barışır. Uyandığında çocuk olur. Mutlu olur. Çok mutlu olur. Oysa hiçbir çıkarın yoktur ondan yana. Onu mutlu etmek için de değildir yaptığın. Kendin için yaparsın.Hatalarının bedelini kendine yeni bir hatayla ödetmek istersin. Böyle temize çıkarmak istersin kendini. Ama girdiğin yerden çıkış yoktur. Birinin içine girmek, yüreğine sızmak öyle âni, öyle hızlıdır ki. Girersin. Onu kendi içine almadan, uzağında yaşatırsın. Yaralanır, hırpalanır.. En sonunda yüreği de insanlığı gibi parçalanır.

     Parçaladığım yürekler.. Ben sizden özür dileyemem. Çünkü hayatınızda hiç mutlu olamayacağınız kadar mutlu ettim sizi.. Her mutluluğun bir bedeli vardır, değil mi?

Gidersen


Şey, Jehan.. Ne güzel sesin var lan..

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Elmanın Aşkı



İnsan, her ayrılıkta kendini temize çeker.. Yeni bir sayfa açmak ister. Tüm yaşadıklarına sırtını dönmek, sahiplendiklerini bırakıp, özgür olmak ister..

Ben yeni bir yıla da hep böyle girmek isterim.. Bu da bir çeşit ayrılıktır aslında.. Tarihin sürekli değişmesi.. Bir günden ayrılıp diğerine geçiş.. Saatin değişmesi.. Mesela çarşamba gününü çok severim. Ama ona ayrılan zaman dolduğunda perşembeye bırakacak yerini. Çarşamba da gitmek istemez belki.. Ama gitmeli. Saat 16:00. Ne güzel bir saattir.. Ne çok erken, ne çok geç.. Kimse uyumaz o saatte.. Şehir yalnız kalmaz. Sokaklar boşalmaz.. 04:00 gibi değildir. Uykuyla uyanıklık arasında, en yalnız olduğun saattir 04:00. Ne gecedir, ne sabahtır.. Ne yapacağını bilemezsin bir türlü. Tatsızdır.

Bir insandan ayrılmak da böyledir. Ayrılığın da saati vardır, günü vardır. Tek farkı, gün bir süre sonra geri gelir.. Saatler gelir.. Aylar gelir.. Ama insanlar gelmez. Çünkü insanların başka kavgaları vardır hayatta. Hatta hayatla..

Bazen birine geç kalırsınız, kaçırırsınız.. Bazen erken gelirsiniz, beklemekten yorulursunuz. Bazen de tam vaktinde olmanız gereken yerde olursunuz. Üstelik o da aynı yerde olur. Fark etmezsiniz.. Bir şey hayatınıza fark katmıyorsa, zaten boşuna gelmişsinizdir.

Yani siz elmayı seversiniz.. Elmadan da sizi sevmesini beklersiniz. Ama onun bir elma olduğunu görmezsiniz. Öylesine bir elmayı bile sevemezsiniz.. Velev ki sevdiniz, bu sefer elmadan armut olmasını beklersiniz.. 

Ben, elmayı sevmem.. Ne yeşilini, ne kırmızısını.. Elma da beni sevsin istemem.. Bir elmayla ne paylaşabilirsiniz ki..

8 Mayıs 2012 Salı

İsyeeaaaaannn



Karar verdim, ben bu yüzyıla ait değilim efendim.. Romantik diyebilirsiniz, duygusal da. Lâkin, gerçekten bu yüzyıla ait değilim. Aşk insanıyım ben yahu. Böyle çılgın, heyecanlı aşklar falan yaşamak istiyorum. Gerek kapıyı açtığımda ayaklarıma çiçekler dökülsün, gerekse böyle boğaz köprüsüne falan "Seni Seviyorum" yazan brandalar gerilsin. Tamam gayet demode olabilir bu isteklerim. Ama dedim ya, ben bu yüzyıla ait değilim.

Buradan erkeklere sesleniyorum. Neyin kafasındasınız olum siz? Niye yapmıyorsunuz artık böyle şeyler? Öküz gibi adamlarla muhattap olup duruyorum, ortada bir şey yok. İyi erkekleri hep yelloz karılar kapmış. 26 yıllık gözlemlerim sonucu bu kanıya vardım. Benim gibi nays insanlar ise böyle eli boş, götü yaş kalmış.. İsyanım dağlaraaaaaa!!!!

13 Ocak 2012 Cuma

Erkekler

Erkekler...
Dünyanın en düz yaratıkları..
Neden dersin, bakarlar yüzüne saçma saçma.. Bir şeyi yaparken asla nedenleri yoktur. Yaptıktan sonra da açıklamaları yoktur. Katakulliye çalışmaz pek akılları. Minik bir akıl oyunuyla çözülebilirler. En zekileri bile, yalanların içinde kaybolabilir ve sonunda gerçeği itiraf eder. Çünkü erkek tahammülsüzdür. Oyunlar oynarlar; ama bir süre sonra "Eeeeh yeter, ne olacaksa olsun" derler ve kendilerini ele verirler.



Bugün İstiklâl'den Tünel'e eve doğru yürürken bir çift gördüm. Kızın canı meyveli pasta istemiş. Yanındaki dallamanın sözleri dikkatimi çekti. "Meyveli pasta nedir ya? Meyve varken pastaya ne gerek var? Niye meyveye krema koyayım ki ne saçma" diye söyleniyordu. Ulan iki kuruş para vereceksin, kıza meyveli pasta yedireceksin bu kadar zor mu? Yanındaki kız da eli yüzü düzgün tatlı bir kız. Herifi görseniz, sümüğünüzü atmayacağınız cinsten. İşte güzel kızlar olarak böylelerinin götünü kaldırdığımız için aslında bütün suç bizde.

Efendim altı tür erkek vardır:
1. Yakışıklı ve Piç Erkekler:
Bu erkek tipi, adından da anlaşılacağı gibi yakışıklıdır. Baklavalı vücut olsun, uzun boy falan yıkılır ortalık. Ama yanlarında hep çirkin kızlar vardır. Bu tarz erkeklerin çirkin kızlara karşı bir fetişizmi vardır. Ne kadar uzun boynu olurlarsa bir o kadar cüce kız bulmak suretiyle gezerler. Ortamda bir karizmaları, ağırlıkları vardır. Akıllıdırlar. Ancak işte, kız seçiminde hep yanılırlar. Annecidirler. Annelerinin sözlerine çok önem verirler ve mutlaka annelerinin beğendiği kız ile izdivaç ederler. Kişiliksiz de diyebiliriz bu cillop erkeklere.

2.Yakışıklı ve Aptal Erkekler:
Evet, deli gibi yakışıklı olmalarına karşın aptal erkeklerdir. En taş kızları tavlarlar, zira bu tarz kızlara ilgi duyarlar. Büyük göğüsler, dolgun kalçalar, güzel vücutlar bunlar ilgi alanlarıdır. Ancak zekâlarının yetersizliğinden hep terk edilirler. Hatayı hep karşı tarafta ararlar. Kendilerine dönüp bakmazlar. En sonunda kendileri gibi aptal bir kız bularak, sahalardan çekilirler.

3.Çirkin ve Piç Erkekler:
İşte bu kategori en tehlikeli kategoridir. Ânında âşık olabilirsiniz bu çirkin, kalıpsız erkeklere. Hem çirkindirler, hem de sizi küçümserler. Birden kendinizden şüphe etmeye başlarsınız. Aşağılık hissedersiniz. Bazen, bu kendine neden aynadan bakmıyor diye düşündüğünüz olur; ama hemen o düşünceden uzaklaşırsınız. Çünkü  sizi büyülemiştir çirkin erkeğiniz. Bu tip erkeklerin yanında mutlaka kendilerinden daha fit, uzun boynu ve güzel kızlar olur. Bu kızların gözü, bu bacaksız erkeklerden başka bir şey görmez. Bu erkekler ne kadar çirkinlerse o kadar piç olurlar. Ultra taş bir kızı, birkaç yıl aşk acısı ile götüme döndürebilirler. Ayrıca bu erkek tipi ölümüne cimri de olabilir. Bu modellerine hem kel hem odun erkekler adı da verilir.

4.Loser Erkekler:
Bu erkeklerin hayatta hiç şansları yoktur. Ömür boyunca nefes alsın yeter felsefesi ile yaşarlar. Uçana kaçana kayma eğilimi gösterirler; ama başaramazlar. Böylelikle tüm güdülerini içlerine atarlar. Ya gay olurlar sonunda ya da tecavüzcü olurlar. Doğuştan kaybetmeye mahkumdurlar. Eskaza bir kız ile bir şeyler yaşasalar, o kızı ömürlerinin sonuna kadar bırakmazlar. Kız onları bırakacak olsa, kızın topuklarına itina ile sıkarlar.

5.Ortalama Erkekler:
Yoğun istek üzerine bu kategoriyi eklemiş bulunmaktayım. Bu erkek tipleri, çok yakışıklı olmayan, çirkin de olmayan erkeklerdir. Makul tiplerdir. Eğlencelidirler. Kültürdü olanları da vardır. Günümüzde Çirkin ve Piç Erkekler kategorisindeki erkeklerle yarışacak sayıdadırlar. Genelde tercih gören model bunlardır. Sorunsuz, anlaşması kolay, uyumlu, cici erkekler...

6. Ütopik Erkekler:
Son erkek grubu, o masallardaki beyaz atlı prensler oluyor efendim. Hem yakışıklı, hem kültürlü, hem paralı, cömert, askerliğini yapmış, işini kurmuş; evi, arabası, bankada parası, iyi huylu anası olan erkeklerdir bunlar. Sayı olarak yok denecek kadar azdırlar. Ve umutlanmayın, hepsi çoktan yuvalarını kurmuş, çoluk çocuğa karışmışlardır. Hem de Safiye Ayla tipli karılarla.

Bir de kategoriye alamadığım Biscolata erkekleri var. Akıllara ziyan. Onlar için hiç ümitlenmeyin kızlar... Fanteziye devam...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Kadınlar

Kadınlardan nefret ediyorum! Hemcinslerim evet, korumam lazım; ama nefret ediyorum. Bir kere çok içten pazarlıklılar. Böyle gözleri ayrı oynuyor, kaşları ayrı oynuyor. Fettan, iki yüzlü, yalancılar. Tek ayak üstünde kırk tane dolap çeviriyorlar. Erkekler öyle mi? Her şeyi dümdüz anlatıyorlar. Entrika çevirmiyorlar. Kıskanmıyorlar birbirlerini. Kuyu kazmıyorlar.

Kadının aklı birkaç şeye çalışıyor. Kıyafet, ayakkabı, çanta ve baklavalı erkek. İşleri güçleri gıybet. Efendim uyanırlar, ne giyeceklerini düşünürler kırk saat. Giyinirler saç, baş yaparlar. O da biter başka şey başlar. İşe giderler, hemcinsleri ne giymiş hemen ona bakarlar. Sonra saçlar, makyaj. Ayakkabı ya da çanta marka değilse hemen aşağılarlar. Bir saat çalışıyorlarsa, iki saat dedikodu yaparlar. Kahve içerler, fal baktırırlar. Falı bakan kişi ne söylese inanırlar. Gazetenin önce magazin sonra burç yorumları köşesine bakarlar. Ekonomi, politika sayfalarını ışık hızıyla geçerler. Akılları hep kurnazlığa çalışır. Nereden açık bulurum, nereden dedikodu çıkartırım diye kafa yorarlar. 

Öyle tehlikelidir ki bu kadın milleti. Bir erkek kibarca yaklaşsa "gay mi lan bu" derler. Kabalık etse, "kekoya bak" derler. Arasa sürekli, "ay yazık âşık oldu" diye düşünüp acırlar. Aramasa götleri tutuşur, "kesin benden hoşlanmadı" diye düşünüp hemen stratejik planlar yaparlar. En yakın arkadaşları, sevgililerini beğenmezse hemen adamın kıçına tekmeyi basarlar. Sonra yine aynı arkadaşlarının bir sözüyle embesilin tekine verirler. 


Kadın, kadının şeytanıdır. En büyük zararı kendi ırkınadır. Çirkin bir erkeğin yanında taş gibi bir kız görseler, hemen "bu erkekte kesin bir numara var ki bu karı bununla birlikte" diye düşünüp, adamı tavlamaya çalışırlar. Sevgilisi olsun olmasın, evli ya da bekâr farketmez. Kadın isterse alır kardeşim. Giyer minisini, açar göğüsleri falan, olayı halleder. 

Bilmiyorum hemcinslerime neden bu kadar kinlendim gece gece. Ama cinsimizi küçülttüklerini düşünüyorum. Böyle İstiklâl'de açık saçık giyinip, kekoları peşlerine takıp Candan Erçetin klibi gibi gidiyorlar ya, çok aşağılık geliyor o bana. Ve son özlü sözümü söyleyerek bu nefretimi kusmanın rahatlığıyla sıcak yatağıma uzanmak istiyorum: Kaşar kadın yoktur; çirkin kadın vardır. 
İyi geceler ifindim.

8 Ocak 2012 Pazar

Yazacaksanız Adam Gibi Yazın



Neden normal insan olamıyorum? Neden hep ayrıntılar incikler cıncıklar peşindeyim? Çok pis kronik imlâ takıntım var. Nerede yanlış yazılmış bir kelime görsem, hemen yazanı dövmek istiyorum. Twitter, Facebook, Blogger, sözlüklerin alayı sürekli imlâ hatası yapan lavuklarla dolu. Okuyamıyorum, daralıyorum. Şu dahi anlamındaki -de'yi ayrı yazmak çok mu zor? Yahut soru eklerini ayrı yazmak? Tüm bunları geçtim, bir de anlatım bozukluğu ve İngilizce kelimelerle aynı anlama gelen Türkçe kelimelerin yan yana kullanılması durumu var ki, beni benden alıyor. "Arka fon" nedir arkadaş? Fon zaten zemin, arka plân anlamında. "Full dolu" olayına artık gıcık bile olamıyorum. Durum o kadar vahim. "Ok tamam" en tahammül edemediğim. "Öss sınavı" başlı başına bir saçmalık. Hadi çocuk Türkçe'si iyi olmadığı için dershaneye geliyor, sınava hazırlanıyor. Onu sınava hazırlayan andavallı öğretmen Öss sınavı derse, çocuktan ne yapması bekleniyor? Bir ara Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi'nin kapısında kocaman "Türk, Öğün, Çalış, Güven" yazıyordu. Hem de böyle parlak bir fon üzerine yazılmış. Oldukça iddialı bir yazıydı. Altına da Mustafa Kemal Atatürk yazmışlar. Yazıktır, o adamın kemikleri sızlamadı mı mezarında? Osmanlıca, Farsça, Arapça gibi diller bilen, bütün klasikleri orijinal dilinden okuyan bir adam, "öğün" der mi hiç? Öğün, bildiğimiz yemek anlamında. Övün ulan övün! Koskoca üniversite bunu yaparsa, yurdumun heyecanlı gençleri neler neler yapmaz.

Şimdi benim yazdığım bu yazıda da kesin hata ararsınız; ama bulamazsınız...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Kızımız Olacaktı?



Bir ara öylesine bir çocukla görüştüm. Arkadaşımın arkadaşıydı efendim. Tanıştık, manıştık. Çocuğun kız arkadaşı varmış. İyi dedik, Allah sahibine bağışlasın. Bunlar birkaç gün içinde ayrılmaz mı! Bu ayrılık çocuğa koymamış olacak ki, bana sarmaya başladı. Ben de eski sevgili sendromlarındayım. Göksel gibi depresyona girmeler. Hop oturup, hop kalkmalar. Göz sürekli telefonda. İnternette her şeyi kontrol etmeler. Biraz daha yalnız kalsaydım kesin fake hesap açıp, eski sevgilimi yeniden tavlamaya çalışaşacaktım.

Neyse çocukla mesajlaşmalar başladı. Havadan sudan konuşmalar derken hadi buluşalım. Bir şeyler yiyelim falan. Alkol de olayın içine dahil olunca, minik temaslar büyüdü. Çekingen tavırlar hafif hafif kayboldu. Bir baktık eller tutulmuş. İlk öpücük gelmiş. Bir yanım engel olmaya çalıştıysa da bu gidişe, diğer yanım beni terk eden eski sevgilime karşı öfkeden kudurduğu için tepkisiz kaldı. Bu arada çocuk, her gün işten çıkıp, milyon km yol katedip beni görmek için gelmeye başladı. Ben ısrarla evime davet etmedim kendisini. O bu durumdan inatla müteessir olmadı. Allah'ım delirtmeye başladı çocuk beni. Durmadan aramalar, hesap sormalar. Nereye gidiyormuşum, ne zaman dönecekmişim, çok geç kalmasam fena olmaz mıymış o da gelebilirmiş eğer istersem. Yahu, istemiyorum ki davet etmemişim değil mi?

Ben yavaş yavaş darlanmaya başladım tabii bu durumdan. Nasıl yapsam da kurtulsam diye düşünmeye başladım. Kırmak da istemiyorum. Yani bu aşamaya gelmeden önce ultra cool olan çocuğun, son durumunu gördükçe nasıl olabilir diye düşünüp duruyorum falan. Ne hallere düştün oğlum, bir kız için böyle maymun olunur mu demek istiyorum! Ben kıvranıp dururken, televizyonda bir filme denk geldim. Bir erkek on günde nasıl kaybedilir mi ne öyle bir şeydi filmin adı. İzlemeye başladım. Kız neler yapıyor çocuğa. Hepsini birer birer aklıma yazdım. Dedim başka  çare yok. Bu iğrenç, itici şeyleri yaparsam kesin beni terk eder.

Hemen bir plan yaptım ve iğrençlikleri yavaş yavaş gerçekleştirmeye başladım. Sürekli arıyorum çocuğu. Neredesin? Ne yapıyorsun? Kim var? İşte değilsin sen, yalan söyleme! Tüm bu çemkirik tavırlarıma rağmen, çocuk bana sabırla cevap veriyor garibim. Ulan sana ne falan dese yine saygımı kazanacak. Bir kez daha düşüneceğim belki de. Görüşüyoruz falan. Saçma sapan nedenlerden kavga çıkarıyorum. Yavşak yavşak sarılıyor. "Benim suçumdu özür dilerim" diyor. Yahu benim edepsizliğim apaçık ortada! Kavgayı çıkaran benim! Ortada hiçbir şey yok. Neyi kabul ediyorsun arkadaşım?

Bu olumsuz tavırlar işe yaramayacak en iyisi aptal kızlar gibi davranayım dedim. Böyle durumlarda en etkili konu kesinlikle "evlilik"tir. Bir de "beni seviyor musun, bana aşık mısın, ne kadar aşıksın ihih" muhabbetleridir. Girdim işte, -Beni seviyor musun? Cevabı tahmin etmek zor değil: "Seviyorum tabii ki!" -Peki bana âşık mısın?  Beklediğim cevap gelmedi. "Emin değilim." Oha, nasıl emin değilsin lan? Kapımda yatacaksın bıraksam. Bozuntuya vermedim tabii. Bunu pekâla koz olarak kullanacaktım. -Peki, evlilik hakkında ne düşünüyorsun. Yani ben artık evlensem diyorum. Böyle gez toz nereye kadar? Ve beyimizden bomba cevaplar gelmeye başladı: "Aslında henüz evliliğe hazır değilim. Ama zamanın ne göstereceği belli olmaz.Üstelik henüz birbirimizi tanımıyoruz. Daha birlikte uyumadık bile." Bu birlikte uyumak lafını nerede duysam tanırım. Seksten bahsediyor! Sanki iki elini tuttuk diye vermemiz lazım hemen. Tövbe tövbe! Bu arada almam gereken cevapların hepsini almıştım. Saldırımı orada sonlandırdım ve beklemeye başladım uygun zamanı.

Hamle açıktı! Birkaç gün soğuk davrandıktan sonra, çağırdım bunu, gel konuşalım dedim. Geldi tabii. Başladım saydırmaya:  -Ben evlenmek istiyorum, ama sen evliliği düşünmüyorsun. Üstelik benimle seks yapmak bütün amacın! Bana âşık da değilsin! Seninle olmak için bir neden göremiyorum. Evleneceksen benimle devam edelim. Ben çocuklarımız olsun istiyorum boy boy. Kocaman ailemiz olsun. Ben biraz kilo alayım falan. Sen bıyık bırak, göbek yap. Benim hayallerim bundan ibaret.

Bu beni dikkatli dikkatli dinledi. Biraz düşündü, uzaklara daldı falan. Dedim tamam! Kesin gidecek! Döndü, yüzüme baktı. Bu bakış pek hayırlı değildi. "H., dedi. Ne olur böyle düşünme. Ben sadece sana söylemeye korktum. Ben sana çok âşık oldum!" O an dedim sıçtık! Ben kendi kendime yas tutamadan devam etti: "Evlenmek istiyorsan evleniriz. Bu bana çok uzak bir şeydi ama seni tanıdıktan sonra her şey değişti! Ayrıca nereden çıkarıyorsun tek amacımın seks yapmak olduğunu? Sen ne zaman istersen o zaman olur bazı şeyler. Ben hayatım boyunca beklerim seni..." Bu sözlerden sonra böyle içime bir şey saplandı sanki. Lan ne kötü bir insanmışım ben diye düşündüm. Bu kadar naif, bu kadar cici bir çocuğa yapılır mı bunlar, ağzıma sıçayım! falan diye kendi kendimle hesaplaşırken eski sevgilime kızmaya başladım birden. Elin adamı, benim daha baldırımı çıplak görmemiş, benimle evlenmek istiyor. Benim dangalak, beni terk edip alemlere akıyor! Nasıl adalet ulan! Nasıl bir düzen bu! Batsın bu dünya! derken kendime geldim. Esas oğlanın da telefonu çaldı. Arayan kim göremedim. Kötü bir haber almış olacak ki ayaklandı. Telefondakine de "hemen geliyorum!" dedi. -Ne olmuş? dedim. Eski yelloz kız arkadaşı intihara teşebbüs etmiş. Ölmemiş kaltak. "Benim hastaneye gitmem gerekiyor" dedi. -İyi dedim, selam söyle. Demedim tabii ki öyle bir şey. İçten içe kıskandım. Ben intihar etsem, ölsem kalsam benim eski sevgili kılını kıpırdatmazdı muhtemelen.

Esas oğlan, koşar adımlarla uzaklaştı. Bir daha dönmeyeceğini biliyordum. Böyle ajitasyon dolu bir mesaj atacaktı ve benden özür dileyecekti. Ama hiçbir şey söylememesini diledim içimden. Böylece eski coolluğunu gözümde yeniden kazanacaktı. Birkaç gün geçti. Ama ses çıkmadı. Tahmin ettiğim gibi oldu. Kızımız olacaktı gittin küçüğüm dedim, sek viski koydum kendime.